İngiltere’deki Dil Eğitimi Hikayem: Sevgili Brighton
Yurt dışına ilk kez tam anlamıyla, tek başıma ve uzun süreliğine gidişimin ve edindiğim o güzel deneyimlerin hikayesi bu. Yıl 2015. Üniversite’de hazırlığı bitirdikten sonra 1 buçuk aylığına İngiltere Brighton’a dil eğitimine gittim. Bir dili öğrenmenin en güzel yolu dilin konuşulduğu o ülkede bulunmak ve her gün konuşarak pratik yapmak olduğu için böyle bir fırsatı değerlendirmek istedim.
Dönem içinde araştırmalarım ve tavsiyeler sonucu EF ile dil eğitimi almaya karar verdim ve Brighton’ı seçtim; şimdi yine gidecek olsam Brighton’ı seçerdim. Ne yalan söyleyeyim Londra’yı seçmek istemedim hem çok büyük bir şehir hem de Londra’da çok fazla Türk ile karşılaşır da pratik yapmakta zorlanırım diye farklı bir yer tercih ettim. Londra’ya trenle 40 dakika mesafede olan şehir şirinliğiyle, insanlarıyla, deniz manzarası ve tatlı mekanlarıyla benim gönlümü fethetti.
Konaklama için aile yanında kalmayı tercih ettim ne kadar ana dili İngilizce olan insanlar ile iletişime geçersem o kadar iyi olur diye. Dil eğitimim sürecinde iyi ki dediğim şeylerden biri de bu. Kaldığım aile dünya tatlısı 2 çocuklu bir aileydi. Bir dili ne kadar iyi öğrendiğinizi test etmenin en güzel yollarından biri küçük çocuklarla konuşmak bence 🙂 Bu yüzden sık sık çocuklarla konuşmaya çalıştım ve geldiğim gün ile geri döndüğüm gün arasındaki gelişmemi fark etmemi sağladılar. Kaldığım evde benimle birlikte şu an çok yakın arkadaşlarım olan İtalyan ve Fransız iki kız daha kalıyordu. Okula otobüsle 25 dakika uzaklıktaki ev, Peacehaven semtinde şirin mi şirin villalardan oluşan sakin bir yerleşim yeriydi. Okula sahil kenarından giden iki katlı otobüslerle (hiç unutmam 14C ile) gidiyordum ve her sabah üst katta en öne oturabilmek için erkenden evden çıkıyordum. Ayrıca dili yaşayarak öğrenmek istediğim için evin yakınındaki bir spor salonuna kaydolmuştum ve oradaki spor hocam konuşmamı geliştirmem konusunda çok yardımcı olmuştu. 🙂
Okulun ilk günü pek bir heyecanla oryantasyona katılıp birçok arkadaş edindikten sonra birlikte yaptığımız aktivitelerle geri kalan günlerin nasıl geçtiğini fark etmedim bile. Haftanın 4 günü farklı saatlerde dersim vardı, bu derslerde bazen gramer bazen konuşma bazen dinleme egzersizleri yapıyorduk.
Okulun konumu denize 5 dakika yürüme mesafesinde olduğu için öğle aralarını plajda geçirebilmek ya da yoğun bir günün sonunda deniz kenarında gezintiye çıkmak çok güzel bir duyguydu.
Okulda en keyif aldığım günlerden biri derste öğretmenimizin verdiği anket çalışmasıydı. Sokağa çıkıp insanlarla konuşma şansımız olmuştu ve o gün herkes dışarıda ve cıvıl cıvıldı çünkü günlerden “Gay Pride” günüydü. Brighton’ın ünlü ve her yıl Ağustos’ta olan bu festivali kesinlikle şu ana kadar katıldığım en renkli atmosfere sahip. Eğer ağustosta Brighton’da olursanız kaçırmayın derim ki zaten kaçırmak mümkün değil.
Eğitimim boyunca da EF’in sunduğu hafta sonu gezilerinin neredeyse hepsine gitmeye çalıştım, hem böylece İngiltere’nin Londra, Oxford, Cambridge gibi şehirlerini ziyaret etme hem de birçok arkadaş edinme şansım oldu.
Günler böyle keyifle neşeyle geçiyordu fakat her güzel şeyin sonu da vardı tabii. 1,5 aylık eğitimin sonunda online sınav oluyorsunuz ve en son dersinizde size bitirme sertifikanız veriliyor. Böylece EF’ten mezun oluyorsunuz 🙂 Ben B2 seviyesiyle başlayıp C1 seviyesi ile bitirdim, ama sertifikada yazandan çok kendimde gördüğüm gelişme daha önemliydi.
Brighton bana kendisi gibi birçok şirin insanla tanışmamı sağladı, ilk kez farklı ülkelerden gelen büyük bir ailem oldu ve birlikte dolu dolu anılar biriktirdik. Hatta oda arkadaşım ile 1 yıl sonra Paris’te buluştuk ve arkadaşlığımızı daha da pekiştirdik. Hala anılarımı hatırladıkça yüzümde bir tebessüm oluşuyor.
Buradayken Türklerle çok karşılaşacağımı ummuyordum fakat Brighton en çok Türk öğrenci olan yerlerden biriymiş. 🙂 İlk tanışma anımda kendimi farklı bir ülkeden biriymişim gibi tanıtıyordum İngilizce konuşmaya devam etmek için. Kendimi bir keresinde ben Giso, İtalyan’ım diye tanıtmış ardından İtalyanca sorulara maruz kalmıştım. Her ne kadar fazla Türk de olsak hem kendi aramızda da İngilizce konuşmaya dikkat ettik. Hepimizin oradaki yegâne amacı İngilizceyi geliştirmek olduğu için hem de kültürümüzü tanıtmak amacıyla yabancı arkadaşlarımızı Türk restoranına götürmek gibi birçok aktivite yaptık.
1 buçuk ay bir dilde yetkin olabilmek için çok kısa bir süre elbette ama her şey sizde bitiyor. Siz ne kadar istekli olur ve kendinizi geliştirmek için çabalarsanız o kadar fazla gelişme görürsünüz. Unutmayın bir dil bir insan demek, ne kadar fazla dil bilirseniz o kadar fazla imkana sahip olur, daha bilgili ve kültürlü biri olursunuz.
Üniversitedeyken mutlaka bir dil okuluna ya da Work & Travel gibi bir programa katılmaya çalışın. Öğrendiğiniz dil bir yana dursun edindiğiniz deneyimler ve biriktirdiğiniz anılar bir ömür sizinle birlikte oluyor. Ufkunuzu genişletip dünyaya daha açık olmak için, farklı kültürleri yakından tanıyabilmek için bu tarz programlar bize çok yardımcı olur.
Biraz da İngiltere’nin en sempatik şehri Brighton’ın kendisinden bahsetmek istiyorum. Bu güzel şehre gidip de sevmeyen biriyle karşılaşacağımı pek sanmam. Zaten sahil şeridinin olması büyük avantaj fakat ne yazık ki binlerce martı bu güzelliği biraz gölgeliyor olabilir. Üzerinden fazla bir zaman geçti fakat görülmesi gereken yerler olarak aklımdan çıkmayan yerleri şöyle sıralayabilirim.
Brighton Pier ve Brighton sahili: Brighton’a geldiğinizde gezmeye başlayacağınız ilk nokta bu canlı mı canlı rıhtım olmalı. Kafeleri, restoranları ve lunaparkıyla insana enerji veriyor. Benim en çok zaman geçirdiğim yerlerden biri bu güzel sahildi, bulunduğum en güzel sahiller kategorisine alabilirim. Gecesi de gündüzü de fazlasıyla keyifli.
Brighton Dome: Her yıl 600’den fazla etkinliğe ev sahipliği yapan bu kültür merkezinde harika bir akşam geçirebilirsiniz. İnternet sitesinde güncellenen etkinliklere göz atmak lazım.
Churchill Meydanı: Öğrencilerin akşamları partilerden önce buluştukları meydan. Brighton çok canlı bir yer ama sanırım bu meydan sürekli kalabalık ve burada farklı farklı kültürlerden her çeşit insanla karşılaşmak mümkün.
Royal Pavillion: Hint mimarisinden izler taşıyan bu eser Brighton’ın en çok turist çeken yerlerinden biri. Bahçesi de piknik yapmak için harika bir konum.
The Lanes & North Laine: 16.yüzyıldan kalma binaları, balıkçı kulübeleri, butikleri ve orijinal mekanlarıyla Brighton’ın sevilen bohem ve kültürel bölgesi.
Brighton Wheel: Sahili doyasıya izleyebileceğiniz dönme dolap. Almanya’da üretilip Dünya Kupası için Güney Afrika’ya gönderilen dönme dolap 2011 yılında Brighton’a getirilmiş.
Hove: Brighton’ın batısında bulunan Hove sakin bir sahil kasabası. Rengarenk sahil kulübeleriyle deniz kenarında ziyaret etmeye değer bir yer.
Harry Ramsden’s: Söylenildiğine göre İngiltere’nin en köklü bu restoran zinciri Brighton’ın birçok yerinde var. Pier yakınında bulunanından balık ve patates kızartması (meşhur Fish & Chips) alıp sahile oturup keyif yapmaya bir kereliğine de olsa değer.
Choccywoccydoodah: Çikolata ve sanatın birleştiği bu yerin adını hala tam okuyamıyorum. Çikolata severler için tam bir cennet.
Brighton sokak sanatı: Brighton’ı keşfetmek için girdiğiniz ara sokaklarda karşınıza çıkan ve size hayranlık uyandıran grafittilere bayılacaksınız. Ben tekrar tekrar fotoğraflarını çekmeye gitmiştim. Özellikle North & South Lanes bölgesinde her sokağı görmeye çalışın.
Brighton’da ulaşım şehir içi otobüslerle çok rahat, sık sık ve çoğu adrese giden otobüsler bulunuyor. Brighton’dan bu şehir içi otobüslerle isterseniz sahil kıyısında tur atın isterseniz de Brighton’a yakın yerleri ziyaret edin. Benim önerim kesinlikle Seven Sisters Country Park! Aklımdan hala çıkmadı, öyle etkiledi beni. Burası koruma altındaki bir doğa parkı ve yedi adet tebeşir kayasına ev sahipliği yapıyormuş. Yürü yürü bitmez ama insanın uzun süre orada zaman geçiresi o kayalıkların üzerinden denizi, sonsuzluğu izleyesi geliyor.
İngiltere benim her anlamda gelişmemi sağlayan bir yer, oradaki deneyimim sadece bir dil eğitimi değildi, hem özgüvenimi arttırmamı hem dünyaya açılmamı sağladı. O gün bugündür dünyada görmek istediğim yerlerin peşinden gidiyorum! 🙂